Üniversiteye kışla disiplini

-
Aa
+
a
a
a

11 Eylül 2005Mete Tunçay

Haziran 1977'de yapılan genel seçimlerde en çok oyu alan CHP, 213/450 milletvekilliği kazanmış, ama tek başına iktidar olmak için gerekli çoğunluğu sağlayamamıştı. Ecevit'in kurduğu azınlık hükümeti uzun ömürlü olmadı. Demirel'in oluşturduğu II. Milliyetçi Cephe koalisyonu da, ancak bir gensoruyla düşürüldüğü 1978 Ocak ayına kadar dayanabildi. Kendilerine bakanlık sözü verilerek Adalet Partisi'nden ayartılan 11 milletvekiliyle CHP III. Ecevit hükümetini kurdu. Bu arada, sağcı ve solcu gençlik örgütleri durmadan şiddet olaylarını tırmandırıyorlardı. 1978 Aralık ayı sonlarında Kahramanmaraş'ta, Aleviliği komünistlik sayan çevrelerin örgütlediği bir katliam oldu. Hükümet âciz kalmıştı, ama 1979 Ekim'indeki ara seçimlerde, AP'nin beş milletvekilliğinin hepsini kazanmasına kadar devam etti. Ecevit'in istifasıyla, bir ay içinde Demirel III. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. Türkiye'ye dışarıdan (Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nca) dayatılan "ekonomik istikrar tedbirleri"ni yürütebilmek için (Başbakanlık müsteşarı) Turgut Özal'ın hazırladığı 24 Ocak Kararları kabul edildi. Öte yandan Demirel-Ecevit- Türkeş-Erbakan gibi siyasal parti önderleri, Allah taksiratlarını affetsin, bir türlü aralarında anlaşıp, cumhurbaşkanlığında süresi dolan merhum Fahri Korutürk'ün yerine bir başkasının seçilmesini başaramamışlardı. Meclis'teki oylamaların ciddiyeti kalmamıştı. Savcı Doğan Öz, sanat tarihçisi Bedrettin Cömert, bilgisayar uzmanı Necdet Bulut, gazeteci Abdi İpekçi'yle başlayıp eski Bakan Gün Sazak, eski Başbakan Nihat Erim ve DİSK'in eski başkanı Sendikacı Kemal Türkler'e kadar birçok kişiyi öldüren terör, kamuoyunda öyle bir hava yarattı ki, birçokları içsavaş koşullarında can güvenliğinin demokrasiden daha önemli olduğunu düşünmeye başladı. Üst rütbeli komutanlar, bu durumda iktidara el koymalarının ciddi bir direnişle karşılaşmayacağını anladılar. Muhtemelen, işlerin bu hale gelmesini de zaten kendileri el altından kışkırtmışlardı.

Hocalara tasfiye 12 Eylül 1980'de 44 yaşındaydım. Bir Fulbright bursuyla gittiğim ABD'deki Stanford Üniversitesi'nden, daha birkaç ay önce AÜ SBF'deki siyasal teoriler kürsüsü doçentliği işime dönmüştüm. Ülkede sıkıyönetim vardı. 1402 sayılı yasada yapılan değişikliklerle, sıkıyönetim komutanlarına herhangi bir devlet kurumunda çalışan bir kimsenin, bir daha kamu görevlerine getirilmemek üzere işten çıkartılmasını, o kurumun yöneticilerine emretmek yetkisi getirildi. 12 Eylül döneminde bu hüküm, öğretmenler başta olmak üzere pek çok devlet memuru hakkında kullanıldı. Üniversite hocaları da, bu tasfiyelere tâbi tutuldular. Bu konuda, rahmetli arkadaşım Haldun Özen'in belgelere dayanarak yazdığı kitap, gelecek kuşaklara da kalacak değerli bir çalışmadır. Komutanlar, üniversite öğrencisi gençlerin şiddet eylemlerine hocaları tarafından teşvik edildiklerine inanıyorlardı. Daha doğrusu, YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı onları buna inandırmıştı. Beşi-bir-yerdeler, Prof. Doğramacı'yı üniversitelere kışla disiplini getirmekle görevlendirdiler. Oysa, üniversite doğası gereği, özgür (ve aykırı) düşünmenin geçerli olması gereken bir kurumdu. Öğrencileri öğretim üyelerinin teröre yönelttiği iddiası, kesinlikle yalandı. O sıralarda merhum Turan Güneş'in alaycı bir sözünü hatırlıyorum: "Bu İhsan bey sanıldığı kadar akıllı değil" demişti, "Kendisini YÖK'ün başına tayin ettireceğine, başkanın hocalarca seçilmesini sağlasaydı, zaten onu seçerlerdi." Üniversitelerdeki temizlik harekâtı, 1982 sonuna doğru sözleşme süresi dolan "araştırma görevlileri"nin sürelerinin uzatılmamasıyla başladı. O zaman bazı arkadaşlar, bu yanlış ve haksız işlemleri protesto için istifa etmemizi önerdiler. Tartıştık, istifaların, YÖK'ün zaten kendilerinden kurtulmak istediği insanlarla sınırlı kalacağını öngördüğümüz için, onların bizi atarak sorumluluğu üstlenmelerinin daha doğru olacağına karar verdik.

Gerekçesiz 1980 öncesinde, devlet üniversiteleri (zaten vakıf üniversiteleri daha yoktu) çok da iyi durumda değillerdi. Kütüphaneler çıkan yayınları izleyemiyorlardı. Ancak, bazı üniversitelerdeki birtakım kürsüler oldukça gelişmiş, dünya standartlarını yakalamıştı (örneğin, bizim SBF'deki ekonometri bölümü öyleydi, galiba). Ben, AÜ SBF'den daha birçok arkadaşımla birlikte, 1983'ün 8 Şubat'ında atıldım. Rektör, hiçbirimiz için bilimsel yetersizlik gibi herhangi bir gerekçe göstermeden, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan aldığı bir emir uyarınca işimize son verildiğini yazıyordu. Ara dönem sınavları yapmıştım. Günlerce kâğıt okuyup verdiğim notları eski tarihle teslim ettim. Evime "geçmiş olsun" demeye gelenler, "Senin okuman-yazman yok mu? Atılmışsın işte, ne uğraşıyorsun?" diye takılıyorlardı. Ama, elbette öğrencilerimi kötü durumda bırakamazdım. Maaşımızı peşin aldığımız için, benim de rektörlüğe gidip Şubat ayının 8'inden sonrası için olan bölümü muhasebeye geri vermem gerekti. Muhasebe müdürü bana bir kâğıt uzattı. Emekli Sandığı kesintisi mi ne, bir kalem için "Bu doğru mu?" diye sordum. Muhasebe Müdürü, başını kaldırdı, "Mete Bey, size yaptığımız muamelenin neresi doğru ki, bunu soruyorsunuz?" dedi. Acı acı gülüştük. 1983'te ilk yaptığım iş, şimdiye kadar ne yazmışım diye telif ve çeviri makalelerimi toplayıp bazılarını "Bilineceği Bilmek" adıyla yayımlamak oldu. Bir siyasal kuramlar / düşünce tarihi hocası olarak, piyasada iş bulmam olanaksızdı. Keşke bir hekim, mühendis, mimar olsaydım diye hayıflandığımı anımsıyorum. En ağırıma giden, bize haklı bir gerekçe gösterilmemesiydi. Sıkıyönetim Komutanlığı istihbaratı, benim hakkımda, -hiç kuşkusuz, o zamanki kimi meslekdaşlarımın asılsız ihbarlarından başka- ne suç bulmuş olabilirdi? Birikmiş param falan yoktu. Devlet hizmetinde de 23 buçuk yıl çalışmış, emekli olmak için gerekli 25 yılı doldurmamıştım. Neyse, kendisi de o sıralarda protesto makamında İÜ Edebiyat Fakültesi'nden istifa eden Murat Belge'nin kurduğu İstanbul'daki İletişim Yayınları'yla anlaştım. 1984 başından itibaren Yeni Gündem'in yanı sıra aylık bir de Tarih ve Toplum dergisi çıkardık. Beni Sosyal Sigortalar'a yazdılar. (Yasa gereği, bir kimse son yedi yıl daha çok hangi sisteme bağlı olarak çalışmışsa, oradan emekli olur.) İki yıl sonra, Emekli Sandığı'ndan emekli oldum. 10 yıl çalıştığım bu derginin, herhalde ömrümde yaptığım en yararlı işlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bu arada bir yıl da (1985-86 ders yılında) Batı Berlin'deki Freie Universitaet'te Carl von Ossietski kürsüsüne atanarak hocalık yaptım. Elime o zamana kadar almadığım kadar yüksek bir maaş (5.000 DM) geçiyordu. Tatillerde Avrupa ülkelerine, Rusya'ya ve Küba'ya gittim. 1402'liklere dönüş yolu açıldı. Ama AÜ Senatosu'ndaki YÖK'ün adamları, benim dönmemi reddettiler. (Rektör, oylamaya geçmeden önce, haksız bir karar verir de, tazminata mahkûm edilirsek, kişisel olarak biz mi öderiz, devlet mi öder diye bir komisyon kurdurup mütalâa almış. Devletin ödeyeceğini anlayınca reddetmişler.) Emekliliğimi kaldırtıp mahkeme kararıyla SBF'ye döndüğüm gün, istifa ederek yeniden emekliliğimi istedim. Daha sonra yaşadıklarıma bakılırsa, bana fenalık yapmak isteyenler iyilik etmiş oldular. METE TUNÇAY: Prof. Dr., İst. Bilgi Üni.

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=5049